22 Kasım 2009 Pazar

Oyunlar, saçmalıklar.

Shakespeare ne güzel de demiş 'Hayat bir tiyatro sahnesidir.' diye. Onun, bu sözü hangi ruh hâli ile söylediğini bilemem; belki de hayatı tiyatrolarda geçtiği için de tekdüze bir mantıkla bunu söylemiş olabilir bir bakıma fakat bence, insanların girmek istediği rollere, büründüğü karakterlere, ayıyla ayı kuzuyla kuzu olma isteklerine -ki Zerdüşt de böyle derdi. Katılmadığım noktalardan biri de buydu.- , yapmacık tavırlarına, sahte komplimanlarına, doyumsuzluklarına bakarak demiş olmalı bunu. Yani başka bir açıklaması yok.
Bir erkek bir kız ile diyalog hâlinde. Kız kendisinden bazı yönlerde keskin hatlar ile ayrı fakat erkek ona benzemek için çabalar durumda. Güvenini, sevgisini veya herhangi bir şeyini kazanmak uğruna. Rol yapmakta. Seyirciler kendi hayatlarından kesitler görmek ister, kendilerini anlatan sahneler ister ve bu sahnelerde kendini hayal edebilmek ister. Faust'un başlangıcındaki müdür gibi konuştum fakat, bu erkeğin yaptıkları bundan farksız değildi. Seyirciye oynuyordu, onun kendisinde görmek istediğine ulaşmaya çabalıyordu ve bu onu ağırlaştırıyordu. Rol yapmaktaydı, fakat kızın bir başkasını sevdiğini öğrenince; yani burada da şunu söyleyebiliriz, seyirci koltuğunu terkedince oyuncu kendisini buldu ve kendisi gibi davranmaya başladı. Bu durumu daha da ilginç kıldı, çünkü kendisi kendi hayatında yarattığı doğaçlamalar ile birlikte, kapıdan çıkmaya hazırlanan seyircinin dikkatini çekmeyi başardı! Kız geri döndü ve bu kendi hâlinde oynayan çocuğu yaslanmış olduğu duvarın güven verici etkisi altında izlemeye başladı. Bu sırada randevusuna gitmediği için erkek arkadaşı ile problem yaşadı ve şimdi sevgilisi ile arasında bir soğukluk var. Şaşırtıcı. Rol yapmanın doğallığı, farklılıkları daha da anlamlı kılıyordu. Bunu anlayan oyuncu kendi kendisine davranmaya devam etti ve kızın duvardan çekilerek kulise doğru ilerlediğini gördü. Şaşkınca bir gülümseme genç adamın yüzüne yerleşmişti.
Kuliste kızın kendisini tebrik etmesi üzerine konuşmaya başladılar ve seyirci ile oyuncu arasındaki görünmez iticiliği kaldırdılar bir bakıma. Buraya kadar tüm benzetmeler yerinde. Oyuncu gerçek hayattan bir genç, kız ise yakınlaşmak istediği varlık. İşte Shakespeare de bunu kastetmiş olmalı ya da tamamen sıkıyor da olabilirim. Her neyse hikayemize dönelim. Kız oyuncuyu anlamanın verdiği heyecanla randevuyu tamamen aklından çıkardı ve onu bir kafede bir şeyler içmeye davet etti. Erkek ise buna dünden razıydı fakat hâlâ ondan farklıydı. Onun gibi olamazdı, seyircinin özgürlüğüne ulaşamazdı. Bir seyircinin tiyatro salonunu terketmesi normaldir, sebep bulunabilir ama bir oyuncunun oyunu terketmesi kabul edilemez bir şeydir. Bir bakıma bağımlılıktı erkeğin ki. Gülünç bir bağımlılık. Kafeye gittiler, neler konuşuldu, neler yapıldı hiçbir fikrim yok. Bir erkek kızın evinin yakınlarına yürüyordu; diğer çift ise, oyuncu ve seyirci kafede birbirlerinin gözlerinin içine bakıyordu. Oyun içinde oyun. Ama asla hayaller içinde bir hayal değil. Şimdilik bu kadar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder