27 Aralık 2009 Pazar

Pink Floyd

Bir teoriye göre insan ruhu topografik olarak resimlendiği zaman, iç içe geçmiş yüzlerce katmanla karşılaşılır. Katmanlar anima ve animusla iki ayrı kutupta birbirilerinin etrafında dönen paraboller biçimindedir. Her katmanda bulunan parabollerin renkleri, dönme frekansları ve yörüngeleri farklıdır. Paraboller katmanlardan içeriye doğru ilerlendikçe iç içe geçmeye başlarlar. En sondaki ve dipte duran ''öz'' de ise paraboller birleşir ve bir sonsuzluk işaretine dönüşür. Yüzeyde birbirinden olabildiğince ayrık olan bu katmanlar, aslında aynı kaynaktan su alan nehirler gibi bedeni besler. beden kanla algılanabilirlik kazanır. En dış katmanın üzeri giderek nasırlaşsa da, en içte bulunan bu tanımlanamaz bölge, her zaman narin, sessiz, iklimini kendi seçen, tek başına yarattığı evrende tek başına yaşayan bir tanrı gibidir. Hayat, her zaman oraya tecavüz etmek ister. çünkü hayat tek başına tanrı olmalıdır. kendi barındırdıklarına boyun eğdirerek varlığını sürdürür. Hayat kısıtlar, devinimleri, sağaltımları, algıyı kısıtlar. Görüngüyü kendi yörüngesi yapmaya çalışır. Böylece hayat kendini bizden korur. Kendini bize göre biçimlendirmek yerine, bizi kendine göre biçimlendirir.

Müzik, ''öz''ü besleyen üç beş şeyden bir tanesidir. Ancak müzik, yüzlerce kabuğu olan ve üstü kavruklaşmış olan ruhlarımızın içine sızarken çoğu zaman beceriksizdir. İçimize salınan hareketli bir salsayla, tutku dolu olduğunu edindiğimiz bir tangoyla öğretilmiş hislerle yüzeyden gelen sinyallerle dansederiz örneğin. İnsan ruhu, hissettiklerini harekete çevirerek ruhunun yüzeyini döşer. Ancak bazı melodiler ve sesler vardır ki, yüzeyi delip geçer ve direkt olarak ''öz''ü hedefler. Psikiyatri ilimi bu durumu katatoniyle karıştırır çoğu zaman. Kalakalma eylemi, belki de hayatın bize yedirdikleri dışında elimizde kalan son eylemdir. Zaman yavaşlar, durup bakma isteğiyle bizi doldurur bu eylem. Durduğunuz zaman ise algılamaya başlarsınız.

Pink Floyd müziği, insanlık tarihi boyunca icra edilmiş müzik türleri ve eserleri arasında benim gözlemleyebildiğim insan ruhuna direkt nüfuz edebilen çok az müzikten biridir. Kelimelerin yersiz olduğu Bach eserlerinden, ağır ağır civanın içinde batma hissi veren Enigma Variations'a benzer biçimde, Pink Floyd, melodilerinin parlaklığıyla ve içinde tutsak kalmış ''öz''ün tutsaklığına el uzatarak hiçbir yerde hissedemeyeceğiniz şeylerle sizi yüz yüze getirir. Ölümü anımsatır yer yer. Anlamsızlığı kesin olan hayatın insan ruhuyla savaşında bir zaferdir. Ruh kendini gerçekleştirmek isterken, hayat sürekli olarak bunun olamayacağını ispatlar. Ancak bu ispatların ardında plastikten cehennemden kuklalar vardır. Hayat domuzlar yaratır, Pink Floyd da onları göğün en tepesine asarak cezalandırır. Hayat en sevdiklerinizden sizi ayırmaya çalışır tüm engelleriyle, can sıkıcılığıyla ve boğuculuğuyla, Pink Floyd en yüksek umutları size verir. Hayat, yaşlandırır sizi.Pink Floyd ise gençliğin geçip gitse de ömrün sonunda da sizi kucaklayacağını müjdeler. Hayat sizi duvarların arasına sokmaya çalışır. Pink Floyd ise manzaranın ötesinde yüzlerce katlık bir bina büyüklüğünde bir bayrağı elinize ağırlıksız verir. O bayrakla size uçmayı öğretir. Mıknatısın ve mucizelerin varlığını ispatlar. İşte bu yüzden tüm kötürümlüğüne rağmen hayat karşısında insan ruhu o katmanların arasına sıkışıp kalmışsa da, Floyd, durmadan devinerek teoride mükemmel olan ama pratikte asla gerçekleştirilemeyen ütopik hayat biçimlerinin ve ideolojilerin aksine, öz'ün özgürleşebileceğini ispatlar. İspatlar çünkü bunu size hissettirir.

Çocukken başlayan kısıtlamalar, okulda, ailede, cinsel kimliklerde, sosyal statüde, siyasette, politikada, statü endişesinde devam eder. Bireysel olarak yapılanan tüm hayat birimlerinde sınırlar vardır. Ancak müzikte yoktur ve müziğin en sınırsız fazı, Pink Floyd fazıdır. Elde olsa, tüm yeni doğmuş çocuklara hayatlarının son salisesine dek ince ince işlenmelidir.
Alıntıdır.

20 Aralık 2009 Pazar

Popüler Kültür.

Popüler kültüre karşı koyuş. Toplum tüketimine karşı bir isyan. Belki de emperyalizma karşı bir duruş. Evet, olması gereken de bu belki. Fakat popüler kültürün bozulmuş olduğuna inanılıyorsa gerekli bu. İçi boş bir popülerlik sonucu hayatlara yerleşmiş, boş kültürü görebiliyorsak yapmalıyız bu duruşu. Şu an bu karşı duruşu sergileyenlerin bir kısmında şu havayı görüyorum. Bütün herkes A'yı seçmiş. Bence B daha güzel, bu nedenle A boktur. Böyle bir varsayım yapılamaz. Örnek vermek gerekirse, Hadise'nin şarkıları bence de boş. Ve onu dinlememek ile, karşı koyuşumu kendi açımdan koyuyorum. Onu dinleyenlere de, ne bulduğunu sorgulatarak bir bakıma mantık aramasına yardımcı oluyorum. Kalıcılık yok. Fakat popüler kültür tanımına bir bakmak lazım bu noktada.
Dünyada Beatles, Pink Floyd vs. fırtınaları esiyordu bir dönem. O zamanların popüler kültürü içerisine girmiyor muydu bu peki? Popüler kültür demek, halkın genel kesimi tarafından benimsenmiş bir oluşum demek ise pekala içerisine giriyordu bu gruplar. Fakat kalıcılık sağlamışlar ve belli bir disiplin oluşturmuşlardı kendi açılarından. Ve verdikleri mesajlar, halkın büyük bir kesmine hitap ediyordu aslında. O zamanki şartları düşünecek olursak ve hala da bu şartlar değişmemiş aslına bakılırsa. Her neyse. Şu anki Pop kültürüne bakıyoruz, tüketim üzerine. Yani sevgilimi koluma takarım, bebekte üç beş tur atarım. Gibi sözler açıkçası halkımızın sadece hayalleri üzerine olabilir gibi geliyor bana. Bu da güzel elbet, hayalleri oluşturması açısından. Ama tehlikeli. Halk, bunları görüyor ve içerisinden bir kısmı, aynada kendisine bakıp ondan ne eksiği olduğunu soruyor. Yanıt bulamıyor ve kısa yoldan, hiçbir çaba sarfetmeden, o lüks yaşama dahil olmak uğruna birtakım şeyler yapıyor. Dün Disko Kralı'nda Okan Bayülgen, muhtemelen konuğunun rahatsız olmaması için farklılığa vurdu ama Moğollar varken, aslına bakarsanız o da bunun farkındaydı. Tamam, hayatta eğlence de olacak fakat bu halkın eğlenebileceği şekilde olacak. Yetmiş milyonun binde kaçlık kesimi Dolce-Gabbana'dan alışveriş yapabilir ki? Önce bunu sorgulamak lazım. Uçmamak gerekli. Eğlenceyi, hayatımıza uygulayabileceğimiz bir şekilde yansıtmalı sanatçılar. İnsanlara ulaşamayacakları hayalleri sunarak değil, çünkü onlar toplumun önündeki kesim. Kendileri dahi tüketim üzerine kurdukları bir düzende ilerlerken, ülkemiz pekala üretmeden tüketen bir toplum olma yolunda hızla ilerler.
İşte karşı koyuş buna, bunu anlayabilirim. Ama A'yı seven tayfaya, A'nın gereksizliğini, içinin boşluğunu göstermeden; ben farklıyım demek için, evet sırf bu acizliği göstermek için, B'yi seçmek bana çok saçma geliyor. Ve en tehlikeli olan da bu aslında. B'yi seçenler karşı koyuşta bulunmuyor, ya da simgesel olarak bulunuyor. Sırf saf tutmak adına yapılmış bir eylem olarak gözüküyor bana. B'yi seçmek senin zevkin olabilir, popüler kültüre karşı olduğunu duyurabilirsin ama bunu kendi peşinden gittiğin şeyi popülaritize etmeyerek uygulamalısın. Sadece tüketmeye odaklı beyinleri bilinçlendirerek sağlarsın bunu.
Olaya sanatsal açıdan baktım, çünkü bir insanı etkilemenin en kolay yoludur sanat.
Bir şairin şiirinden, bir şarkıdan, bir resimden etkilendiğimiz kadar etkilendiğimiz bir şey var mıdır şu dünyada?

13 Aralık 2009 Pazar

Sigara.

Geçen gün okul alışverişinden çıktık annemle ve iskeleye doğru yöneldik. Annem sigara kullanmaz, bense kullanırım. Annem sigarayı arada bir içer tabi, kullanmazdan kastım düzenlilik. Her neyse, bir banka oturduk. Yorgunluğun üzerine biraz dinlenme amaçlı, biraz da sigara içeyim bahanesiyle. Bankta da tanımadığımız bir adam daha vardı. Zaten, sadece 'bir adam' desem de tanımadığımızı belirtirdi ya salla gitsin. Paketi çıkardım, kendime bir tane çıkardım. Annem de istedi, ona da verdim bir tane. Yaktım ikimizinkini de, konuşuyor ve sigaramızı içiyorduk. Adamdan hoşnutsuzluk sesleri yükselmeye başladı. 'Ben babamın yanında sigara içtiğim için dayak yemiştim.' Sigarayı biraz da inat olsun diye halka şeklinde havaya saldım ve -şimdi baktım da doğru bir davranış değildi, çünkü ona da saygı göstermem gerekirdi.- adama doğru döndüm. Annem de bir şeyler söylemek üzere dönmüştü ki, hemen atıldım. 'Kusura bakmayın ama, bu sizin ailede olan bir şey. Mesela ben annemden gizli içsem, yine sigara içiyor olacak mıydım, olacaktım. Bunu annem bilmeyecekti o kadar, zararı yine bana aynı şekilde etki etmeye devam edecekti. Peki gizli saklı iş yapmanın ne mantığı var ki o zaman? Belki birazcık heyecan ve korku o kadar. Bizim ailede kimse kimseyi kandırmaz, zararlı olduğu söylenir, bırakmam tavsiye edilir, bırakamayacaksam da bu böyle devam eder. Dayak ancak bilinçsiz insanların, ellerindeki son güçtür.' dedim. Adam kavrayana kadar sigaram yarıya gelmişti zaten. Buna da sinir olmuştum. Annem vapurları izlemeye dönmüştü. 'Ya zaten sonradan alıştı.' dedi adam. Ki o da o anda sigara yakmıştı. 'Hatta pavyona gidip içki bile içmiştik. Beni kimsenin önünde rezil etme de, ne yaparsan benim yanımda yap demişti.' dedi. Kıl oldum buna da. Az önceki olaydan sonra babası mı değişti, bilemedim. Umursamadan konuştum. 'O zaman sizin babanızın fikrine göre, ben annemi ulu orta rezil ediyorum. Sigara ve alkol, saygısızlık olarak ne zamandan beri görülmeye başladı ki. Dozunu kaçırmayıp, kendinden başka kimseye zarar vermediğin sürece, bir başka bireye zaten saygısızlık yapmış olmazsınız.' dedim. Sustu bir süre. Sonra adamı, yargılayarak bakan annem ne iş yaptığını sordu. Öğrendik falan derken, mesleğinin özünü öğrenmek istedim bir an. Demir-döküm işleri ile uğraşıyormuş. Demirin yatağından nasıl çıktığını, ellerine ne şekilde ulaştığını sordum. Farklı yanıt verdi, muhtemelen kendisi farklı bir işleviyle uğraşıyordu. Bunu pek takmadım. Asıl noktaya geleyim.
Bilinçsizseniz ya da bir mantık yürütmemişseniz, size sunulan güzel bir düşünceyi hemen kapar, anılarınız o şekilde yönlenir.
Sorgulama yeteneğinden yoksunsanız, öz bilinciniz oluşamaz ve kukla olursunuz.
Gelenek ve görenek ahlak kurallarıdır, ahlak kuralları bireylerin birbirine zarar vermemesi üzerine kurulmalıdır, bunları yanlış yorumlayıp hayatın içine sokulmaması gerekmektedir.
Haklısın. demeyi bilmek bir yenilgi olabilir fakat asla dolambaçlı yollara girmek kadar küçük düşürücü olamaz.
Benim karşımda o adam, dolambaçlı yollara girmişti. Tam hatırlamıyorum aslında, daha fazla konuşmuştuk. Dolana dolana, benim yoluma 'haklısın.' demeden ulaştı fakat bu, benim o insanın özüne saygı duymamama yol açtı.
Sonra da dedim ki.
Hepsi geçer.

4 Aralık 2009 Cuma

Bir son.

Her şey 15 yaşında bulunmam gerçeği ile başladı. Ailemin bana anlattığı mükemmelliyet benim görmeyen gözlerimi iyice kör etti, zaten amaçsız olan her çocuk gibi amaçsız bir işe ve garanti bir işe girmenin çaresizliğinde bulundum. Yıllar geçti üzerinden. Amaç olmadan yaşanılan bir yaşam, yaşam kavramını oluşturmaya yeterli midir diye? düşünmeye başladım. Düşündüm, epeyce de geçti üzerinden. Devam etti düşünceler, boğulmaya başladım, amaçsız olmak boğuyordu beni, bana gösterilen yolun yanlış olduğunu farkediyordum, yapamayacağımı biliyordum, dehlizlerde kaybolmak istemiyordum, boğuluyordum, mutsuzdum, çevreme mutsuzluk yayıyordum, mutsuz olmanın verdiği asosyalliğim boğuyordu beni, gittikçe içime kapanıyordum, her şeyden tiksinmeye başlamıştım, bir çıkar yolu bulamıyordum. Ve ben 15 yaşındayken sadece burasını kazanmamıştım. Öyle çalışkan bir yapım yoktur, çalışmazdım, hâlâ da çalışmam. Buna rağmen oturduğum şehrin en iyi Anadolu Liseleri'ne yeten puanım vardı, ailem bana demişti; istiyor musun istemiyor musun diye? Biraz ailenizi seviyorsanız, onların mutluluk gözyaşları için her şeyinizi verebilirsiniz. Ve onunla mutlu olursunuz. Ama mutlu olamıyorsanız, gittikçe aileniz de mutsuz olur ve o zaman bulunduğun yerde kalmanın bir anlamı yoktur. Mantıksızlığın mantık olarak kabul edildiği yeri benim mantığım kabul etmiyordu. Her silahı elime alışımda, her emre uyduğumda gittikçe nefret ediyordum. Psikolojim bozuldu, günler geçti ve kendimden de nefret etmeye başladım. Neden sorguluyorum ki diye, keşke gerizekalının teki olsaydım da çevremde olup bitenlere kayıtsız kalabilseydim. Ölüm döşeğinde çırpınan ve ne yapacağını bilemeyen bir gence, onu hayatta kaldırabileceği ihtimali olan en ufak bir şey söylerseniz ve bu genç de yaşamak istiyorsa, onu hemen kabullenir. Ben de buna uydum. Ailemin haberi olmadan başvuru yaptım, tazminatı üslendim, sonra ailemin haberi oldu, bir orta yol bulundu ve eve geldiğim şu anda da internetimin kabloları her bir yerde olsa da taktım ve onların ulaşamayacağı bu yere bunları yazıyorum. Evden kovulmayı beklerken, daha çok saygı duydular. Ve bu bana daha da ağır geldi. İşte ben buydum. Oradaki elemanlara göre. 'iki filozof okuyan ayrılıyor. HaHaHa.' Küçük beyinlerin küçük düşünceleri umrumda değil aslında. Her neyse. Ben Oktay. Askeri liseden ayrılmış, çevresinde gözden düşmüş, 60 küsür milyar borcu üstlenmeyi göze alan bir genç. Ama şu benim için yeterli. Ne olmamam gerektiğini biliyorsam, ne olacağımı tahmin etmek daha kolay. Berber bir adam işinde mutsuz ise, berber olmamak için ne yaptın diye sorarım ona. Her şeyi denedim diyorsa, ben salağın tekiyim. Ya da öyle değil. Ben de olmam gereken yerde olmak için, olmamam gereken her şeyi olmamak adına bu yükleri omuzluyorum. Zaten batmıştım. Belki çıkarım. En azından tahta misali.